Gökyüzünü delercesine uzanan beyaz gökdelenlerin griye döndüğünün resmi, bir yandan da rengarenk tapınaklar saraylar... Gökdelenlerin, lüksün, şatafatın, zenginliğin yanı başındaki ara sokakta kapısız evlerde barakalarda yaşayan mutlu insanların şehri. Trafikte kapana kısılmış lüks arabaların yanı başında trafiğe kafa tutarak hız yapan tuktukların, motorsiklerle kafeslerde canlı hayvan taşıyanların şehri... Bangkok! Katlarca uzanan gökdelenlerin, avmlerin, plazaların yanı başında şehri örercesine açıktan sarkan milyonlarca elektrik kablosunun normalleştiği kent. Gökyüzünde süzülen uzak trenine eşlik eden milyonlarca kablo... Pis hijyenden uzak tezgahlardan kahve ve yemek alan takım elbiseli, gayet zengin ve elit görünümlü tipler... Kadın olmak isteyen erkekler, erkek görünümlü kadınlar. Kız mı erkek mi karar veremediğiniz tipler... Ve aklıma gelmeyen daha yüzlerce tezatlık. Grinin ve tezatlığın şehri Bangkok. Aklımda da kaldı kabimde de....
22.07.2017 CUMARTESİ
BANGKOK-TAYLAND
İstanbul Sabiha Gökçenden Doha aktarmalı olarak Bangkoka uçtuk. Sabah 7 buçukta uçağımız Bangkok'a varmıştı. Eşim ve ben bilinmez duygular içerisindeydik. Birlikte çıktığımız ilk yurt dışı seyahatimizdi ve de bizi neyin beklediğini bilmiyorduk. Gergindik belkide biraz. Birazda korkuyorduk.
İlk korkumuz pasaport kontrolü içindi. Zira müslüman olduğu için terorist muamelesi gören bir kaç kişinin yazısını görmüştüm Tayland ile alakalı. Pasaport sırası hızlıca aktı sıra bize geldiğinde tek bi soru bile sormadan kontrolden geçmiştik. Hem rahatladık hemde şaşkındık bu kadar kolay olabileceğini tahmin etmemiş sanırım bu konuda fazlaca kuruntu yapmıştık.
Hemen sora sora şehre giden metroyu bulduk. Henüz klimaların etkisindeydik ve hala dışarıda bizi nasıl bi hava beklediği soru işaretiydi. Biletlerimizi metronun son durağı için aldık ve kişi başı 4.5 tl ödedik. Aslında bu bi çeşit hava rayıydı. Yani yolun üstünden giden bir tren. Etrafı izleye izleye son durağa geldik ve aktarma yapmak üzere istasyondan dışarı çıktığımızda beklenen sıcak bizi hunharca karşıladı :) Nefes almaya çalıştıkça , nefes almana izin vermeyen ,ciğerlerine dolan bir nem. Ama nasıl bir nem. Mersinde bulunanınız olmuşsa bilir nemi, oranın 10 katı belki. Otelimize varana kadar su içinde kalmıştık. Otelin kapısından girdiğimizde bizi karşılayan hava sanki soğuk hava deposuna giriyormuşsun hissi verdi sucuk gibi olmuş bedenlerimize. Yinede güzeldi, buz gibi. Otele varışımız 10.00 . Check in saati 14.00. Erken check in yapamıyoruz bütün odalar dolu. El mahkum valizleri bırakıp 14.00a kadar ufak bi keşif yapalım dedik. Yorgun ve uykusuzuz. Şaşkınız da. Yine de çok bi seçeneğimiz yok. Kısa bi tur atacağız etrafta.
Hava alanından aldığımız harita sayesinde ufak ufak yürüyoruz derken Nehir kıyısına giden bi yol ayrımına kadar geldik. Elimizde harita var ama hangi yolun nehre gittiği konusunda şüpheliyiz.
Hemen solumuzdaki biz dükkanın önünde sandalyede oturan 70li yaşlarda bir amca bize doğru geldi.
-Nereye gideceksiniz?
-Nehire gitmek istiyoruz.
-Aaaa nehirrr. Bu taraftan (sagdan giden yol ayrımını gösteriyor, ama haritada soldan gitmemiz konusunda bi fikir oluşmuştu kafamızda, neyse ondan iyi mi bilcez.)
Dört şeritli yoldaki bütün arabaları eliyle durdura durdura bizi karşıya geçiriyor. Ne kadar da yardımsever tatlış bi amca.
-Müslüman mısınız?
-Evet Elhamdulillah müslümanız.
-Bende Müslümanım. İsmim Abdullah. Dedem buranın imamlarındandı. Elhamdülillah elhamdülillah.
-Aaaa şuna bak Hikmet Amca müslümanmış, harika, daha ilk defa konuştuğumuz tay amca müslüman çıktı ! çok şanslıyız.
Yol o kadar büyük ki bunca şeyi cidden karşıdan karşıya geçene kadar konuştuk. Tam karşıya geçirdi bizi Abdullah amca.
-Abdullah amca çok sağol teşekkür ederiz. (yola devam edicez ki)
-Bir hanım eşine iyi hizmet etmeli, Eşine güzel şeyler giydirmelisin. (Hikmetin kolundan tutar) Hemen şurda bi dükkan var, kocana güzel bir gömlek al. Vallaahiii çok ucuz Vallahii. Tayland çok pahalı. Ama Vallahi çok ucuz bu dükkan hem de müslümanlar.
Haydaaaaa. Dakka bir gol bir :) Bu tarz üç kağıtçıları, zorla mağazaya götüren tuktukçuları duymuştum ama bu kadar da ilk dakkadan insanın başına gelir mi arkadaş :) Şansında bu kadarı.
Amca hikmeti kolundan tuttu takip et beni diyor.
-Amcacım biz bugun daha yarım saat evvel geldik şimdi işimiz varr.
-Vallahi çok ucuz gel. Hemen şu dükkan
İnsan kıramayan doğamız gereğince ve yorğunluğun şaşkınlığın etkisiyle Abdullah amcanın bizi götürdüğü dükkana girdik. Dükkan dediğime bakmayın. Terziymiş meğer. Kumaşlar, mankenler, mankenlerin üstünde dikilmiş gömlekler takım elbiseler var. İçerdeki adam bize bütün kumaşları açmaya fiyatları anlatmaya başlıyor.
-Bi sanıye açmayın lütfen. Bizi buraya abdullah amca getirdi onun hatrı için geldik şöyle bi göz atalım. Henüz geleli bi saat oldu Taylanda. İnşallah başka bir gün geliriz.
Abdullah amcaya döndüm:
-Abdullah amca biz çok yorgunuz. Başka bir gün söz geliriz şuan gömleklik bir işimiz yok gidelim biz.
Abdullah amca sandalyeye oturdu arkasını döndü yüzümüze bakmıyor. Yok artık. Adam resmen trip atıyor. Küstü bize. Güle güle bile demedi. Hayırlı işler dileyip dükkandan koşarak uzaklaştık ve geçtiğimiz yoldan nehri bulmak üzere devam ettik. Hem başımıza gelen olayın mukayesesini yapıyoruz hemde nehri bulmaya çalışıyoruz. Yorgun ve üstüne şok olmuş durumdayız. İlk günden bloglarda okuduklarımın başımıza geleceğini açıkçası beklememiştim.
"Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlayamayabilirsin. şimdi başla!. şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla. "
Seyahatle kalın. Şimdilik Kaçtım Ben :)